Prof. Dr. Sibel Naycı: Kongremizin mottosu dünyamızın değişimi ve nefesin geleceği olarak belirledik. Gezegenin sağlığına yönelik tedbirlerin aciliyet kazandığı bu çağda sağlıklı bir geleceğin ancak sağlıklı bir gezegen ile mümkün olabileceği inancıyla bu mottoyu seçtik. 4 gün boyunca sürecek olan bilimsel programımız çerçevesinde 83 ana oturumumuz var, 6 adet uygulamalı çalıştayımız ve 10 adet de fiziki, uygulamalı kursumuz olacaktır. Tüm bu oturumlarda ana çerçevede tartışacağımız konular arasında küresel ısınma, çevresel kirlilik, göçler, savaşlar ve hızla yayılan pandemiler gibi dünyanın değişimine etki eden faktörleri masaya yatırıp tartışırken diğer yandan sağlık alanında hayatımızın vazgeçilmez parçası olan, hızla gelişen tıp, yapay zeka gibi pek çok teknolojik gelişmeyi de bilimsel etik çerçevesi dahil çok yönden ele alacağız. Kongremiz bin 200’e yakın katılımcı ile kapılarını açmış durumda. Avrupa Alerji İmmünoloji Başkanı gibi isimler olmak üzere 8 de yabancı konuşmacı olmak üzere toplam 305 konuşmacı da bulunuyor.
1 Kişi Yılda 11,4 Kez Doktora Gidiyor
Prof.
Dr. Nurdan Köktürk: Ben
sağlık hizmeti sunumu ve akademinin durumu hakkında bilgi vermek istiyorum. Son
dönemde akademideki öğretim üyesi sayısı giderek azalıyor. Bu bir erime. Pek
çok öğretim üyemiz bulundukları konumu bırakıp emekli olup muayenehane
açıyorlar ve üniversitedeki öğrencileri okutacak öğretim üyesi sayısı azalıyor.
Bunun bir erime olduğunu düşünüyoruz, bu erimenin pek çok nedeni olduğu belli
ve enine boyuna tartışmak gerektiğini düşünüyoruz.
Şu
anda 208 üniversite var ve 2007 senesinden bugüne hızla artıyor toplamda 7
milyon üniversite öğrencisi var ve 180 bin öğretim üyesi var. Tıp fakültelerine
bakıldığında 1970’lerde 9 tıp fakültesi varken 2022’de 118 tıp fakültesi
var. Tıp fakülteleri eğitim açısından donanımlı olması gereken fakülteler
hepimizin canı oradaki eğitime bağlı. Öğrenci sayısı ise o yıllarda 1900 iken
2023 senesinde yüzde 75 artarken öğretim üyesi artışı yüzde 37’de kalmış.
Elbette öğretim üyesi sayısı ve öğrenci sayısı eşit olmamalı öğretim üyesi
sayısı belli bir oranda öğrenciyi kapsayacak şekilde olmalı ancak yetememe
durumu olduğunu düşünüyoruz burada. Hastane sayılarına bakarsak 2002-2023
yılları arasında kamu hastanesi sayısı 773’den 933’e çıkmış. Üniversite
hastanelerine baktığımızda ise sayı 50’den 68’e çıkmış. Ancak özel hastane
sayısına bakarsak o yıllarda 271 olan hastane sayısı 565’e çıkmış. Buna bağlı
olarak yatak sayısına baktığımızda artışlar abartılı değil ancak nasıl özel
hastanelerde belirgin artış varsa yatak sayısında da özel hastanelerde belirgin
bir artış görülmekte. Diğer kamu hastanelerinde ve üniversitelerdeki artışa nazaran
özel hastanelerdeki yatak sayısındaki artış dikkatimizi çekti. Son yıllarda
dikkatimizi çeken bir başka konu ise 2010’dan itibaren dev şehir hastaneleri
gerçeğimiz. Şu an 25 aktif şehir hastanemiz var, yatak sayılarına baktım şehir
hastanelerine baktığımızda Ankara Bilkent Şehir Hastaneleri 3 bin 700 yatak
sayısına sahip, Ankara Etlik Şehir Hastaneleri 3 bin 600 yatak sayısına sahip
ve İzmir Bayraklı Hastanesi 2000 yatak, İstanbul Başakşehir Çam Sakura Şehir
Hastanesi ise 2600 yatak sayısına sahip bulunmakta. Ve Şehir Hastaneleri 2025
bütçesinin yüzde 11’ini alıyor. Göğüs hastanelerine baktık, 9 göğüs hastanesi
var 2966 yatağı var. Göğüs hastanelerinin giderek değiştirildiği ve yatak
sayılarında değişimler olduğunu biliyorsunuz. Süreyyapaşa Hastanesi gerçeğini
bir kez daha hatırlatmak lazım. Tüberküloz yatak sayılarındaki azalmayı ve
sanatoryumdaki yatak sayılarının azalmasının bizim için olumsuz bir gelişme
olduğunu tekrar belirtmek istedim. Yatak ve yoğun bakım yatağı sayısı
bakımından Avrupa’dan daha iyi bir ülkeyiz. Covid-19’daki mücadelemiz bu
anlamda hızlı aksiyonumuzu gösterdi. Avrupa’daki pek çok ülkeden daha hızlı
aksiyon aldık doktorlarımızın adaptasyon yeteneği çok güçlü bunun nedeni bu
ülkede doktorlar günde 70-100 hasta bakmayı biliyorlar. Sevgili arkadaşlar 2023
verilerini paylaşacağım sizinle, kişi başına düşen yıllık başvuru sayısı
11.4’dür. Yani bir kişi 11.4 kez hastaneye başvuruyor. Aile hekimlerine başvuru
sayısı 416 milyondur, Kamu Hastanelerine başvuru sayısı 424 milyondur. Avrupa Birliği
ülkelerine baktığımızda kişi başı hekim müraacatı ortalaması 6’dır. Avrupa
Birliği ülkelerinin iki katı civarı kişi başı hekim başvurusu var. Ülkede bu
kadar yoğun sağlık hizmeti istihdamı varken biz kişi başı hastanelere düşen
başvuru sayısını azaltamıyoruz. Mutlaka referasyon sistemi gelmeli. Aile
hekiminin baktığı sayıda ikinci basamak hasta hizmeti vermiş. Neden aynı
hastaya iki kere bakıyoruz. Neden üçüncü basamak boğazı ağrıyan hastaya baksın.
Referasyon sisteminin etkin çalışması her basamağın etkin görevlendirilmesi,
sayıya değil kaliteye bakan bir sistem getirilmesi gerekiyor. Biz kaliteli
hizmet vermek istiyoruz hekim olarak. Ben de Türk Toraks Derneği adına bu
görüşleri söylemek istiyorum.
Deprem Bölgesinde Hava Kirliliği Yüzde 42 Arttı
Doç.Dr.
Merve Erçelik: Biz
bu kongrede deprem bölgesinin 3 yıllık hava kalitesini değerlendirdiğimiz bir
çalışma yaptık. Deprem yılında Hatay’da hava kirliliğinde yüzde 42’lik bir
artış saptadık. Deprem zamanında ise İskenderun Merkez’de yine hava kirlilğinde
yüzde 42 bir artış söz konusuydu. Deprem yılında, deprem bölgesinde hava
kirliliğinin yükseldiğini ve sonrasındaki yılda bu kirlilik hala normal
düzeylere inmemişti. 2023 yılında Türkiye’de hava kirliliğine bağlı erken
ölümleri değerlendirdiğimizde, hava kirliliğinin en önemli etken maddelerinden
olan partikül maddeye bağlı 53 bin erken ölüm gerçekleştiğini belirledik. Bu
hava kirliliği ile savaşabilseydik eğer 53 bin erken ölümü engelleyebilirdik.
Bu ölümler, 30 yaş üstündeki ölümlerin yüzde 11’ini oluşturuyordu. Yani her 10
kişiden 1’i bu nedenle hayatını kaybetti. 2024 yılında PM 10 (Partikül Madde
10) açısından Türkiye haritasını yaptığımızda ülkemizde 341 istasyon vardı
ancak yüzde 77’sinde yeterli ölçüm yapılmıştı. Yani istasyonumuz aslında var
ancak yeterli ölçüm yapmıyoruz. Yeterli ölçüm yapılan merkezlerin hava
kalitesine baktığımızda ülkemizdeki tüm şehirlerde limit değerlerin üstünde
kirlilik mevcuttu. Özellikle hava kirliliğinin en fazla olduğu iller Iğdır ve
Malatya en kirli şehirlerdi. 3 büyük şehirde de hava kirliliği, Dünya Sağlık
Örgütü’nün belirlediği limit değerlerin iki ila 3 katı üzerindeydi. Kongrede
kent ve çevre sağlığı ile ilgili bir oturumumuz oldu. Kentlerdeki trafik,
sanayi, çarpık kentleşme sonucunda ormanlarda azalma ve ısı adası etkisi
meydana gelmekte ve bu nedenle çocuklarda astım, çocukluk çağı kanserleri,
düşük doğum ağırlığı, erişkinlerde kronik akciğer hastalıkları, kalp damar
hastalıkları ve kanserler ortaya çıkmakta. Biz eğer iklim krizine dayanıklı
kentler yapabilirsek bu sağlık sonuçlarının hepsinin karşısında durabiliriz.
Hava Kirliliği Değil, Şehirler de Halk Sağlığı Sorunu Haline
Gelmiştir
Dr.
Orbay Tutku Seren: Şu
anda Türkiye’nin en önemli halk sağlığı sorunlarından birisi hava kirliliğidir.
2024 hava kirliliği verilerine baktığımızda Türkiye’de ince partikül madde
dediğimiz, tozdan yeterli ölçüm yapılamadığını ve varolan tüm verilerde de
kirli hava soluduğumuzu açıklar durumda sonuçlar gördük. Hava kirliliği ile
ilgili Dünya Sağlık Örgütü limitler belirlemiştir. Türkiye’de de hava kirliliği
parametrelerini gösteren bir limit değer yoktur ve bununla ilgili düzenlemelere
ihtiyaç vardır. Ayrıca hava kirliliği değil de halk sağlığı sorunu olarak
şehirlerimiz de önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Artan
betonlaşma, azalan yeşil alan sebebiyle gün geçtikçe şehir ısısı bu nedenle
artmaktadır. Kanal İstanbul gibi projeler, şehirlerin yeşil alanının azalıp,
beton yoğunluğunun artmasına ve kentlerin daha da ısınmasına neden olmaktadır.
Bir yandan kirli hava, bir yandan artan sıcaklıklar sağlığımızı tehdit
etmektedir.
Türkiye’de Yapılan Madencilik Faaliyetleri Vahşi Madencilik
Uygulamalarıdır
Dr.
Selin Çakmakçı: İkizköy
Akbelen’de ormanlık alanın yok edilip kömür madeninin çalışmaya başlamasından
sonraki yapılan 1 aylık ölçümlerde PM 10 seviyelerinin, Dünya Sağlık Örgütü’nün
önerdiği sınır değerlerinin yaklaşık 4.5 katına çıktığını saptadık. Bu değer
Muğla, Milas ve Yatağan’daki değerlerden belirgin şekilde yüksekti. Yatağan’da
kömürlü termik santral açısından ciddi maruz kalım seviyesi olduğunu ve bu
değerlerin onun dahi üzerinde olduğunu söylemek mümkün. Türkiye’de yapılan
madencilik faaliyetlerinin artık vahşi madencilik uygulamasına dönüştüğünü
görmekteyiz. Bu faaliyetlerin çevre ve halk sağlığı üzerindeki etkileri göz
ardı edilmektedir.
Menenjit Aşısı da Aşı Takvimine Alınmalı
Türk
Toraks Derneği Çocuk Göğüs Hastalıkları Çalışma Grubu Başkanı Doç. Dr. Nagehan Emiralioğlu
Ordukaya: Çocuklarda
özellikle son yıllarda bulaşıcı hastalık sıklığının arttığını görüyoruz.
Bunlardan da özellikle kızamık ve menenjit hasta sayılarında bir artış
yaşanmakta. Menenjit için bir artış söz konusu değil ancak Avrupa verilerine göre
Türkiye’de, kızamık olgu sayılarında bir artış görülmektedir. Bu nedenle de
bulaşıcı hastalıklardan korunmada aşılama gerçekten çok önemli. Sağlık
Bakanlığı aşılama takviminde kızamık aşısı bulunmakta ve 12’inci ayda tüm
çocuklara kızamık, kızamıkçık ve kabakulak aşısı yapılmakta. Bu aşıya ek
olarak, kızamığın son yıllardaki artışından dolayı 9’uncu ayda ek doz bir aşı
konuldu. Ayrıca 4 yaşında tekrar bir aşılama mevcut. Menenjit ile ilgili ise
bazı merkezlerde son yıllarda artan olgular bildiriliyor. Menenjit aşısı şu
anda Sağlık Bakanlığı aşılama takviminde yok. Avrupa Birliği ve ABD’de bazı
bölgelerde rutin aşılama takviminde bulunmakta ve bu aşılamanın ülkemizde de
aslında takvime koyulması gerekiyor. Şu anda bebeklik çağında meningokokun bazı
serotiplerine karşı aşılama uygulanıyor. Ülkemizde de bu aşının, aşılama
takvimine girmekte. Sağlık Bakanlığı’nın da bu konuda yol gösterici olması
gerektiğini düşünüyoruz.
5 Çocuktan Biri Fazla Kilolu Veya Obez
Prof.Dr.
Ayşe Tana: Biz
de çocuklardaki obeziteyi hedef alarak bir çalışma yaptık. Erişkinlerde obezite
tartışılan bir konu ama obezitenin çocukluk çağında başladığını ve çocuklarda
ciddi olumsuz etkilere sebebiyet verdiğini, uyku perspektifi açısından
değerlendirmeye çalıştık. Çalışmada obezitenin çocuklarda giderek arttığını
görüyoruz. Ülkemizde 5 çocuktan birinin fazla kilolu veya obezite tanısı
olduğunu ve hastaneye dahi başvurmadığını biliyoruz. Çocuklarda erişkinlerde
olduğu gibi bakılmasını öneriyoruz ve dikkat eksikliği, hiperaktivite
bozukluğu, solunum fonksiyon testlerindeki değerlendirmelerle birlikte bütüncül
bakmayı hedefledik. Çalışmamızda obez ve aşırı kilolu çocukların yüzde 94’ünde
uyku ile ilgili solunum bozukluklarını gördük. Buna öncelik olarak basit
testlerle yapabileceklerimize baktık. Hepimizin standart bir kan testi olan kan
sayımında, gece boyunca oksijen düşüklüğü olduğunu gördük. Bu bizim için
dikkate değer bir durum. Ayrıca ağır uyku problemi olan çocuklarda dikkat
eksikliği, hiperaktivite bozukluklarının ve davranış bozukluğunun daha fazla
olduğunu, solunum fonksiyon testlerinde bozukluğa eşlik ettiğini, ayrıca hem
ebeveyn hem de öğretmenler tarafından tanımlanan hiperaktivite, davranış
bozukluğu ve dikkat eksikliğinin daha fazla olduğunu tespit ettik. Dolayısıyla
erişkinde dikkat edilen obezite konusunun, çocukluk çağında da hipertansiyon,
dikkat eksikliği, hiperaktivite, davranış bozukluğu ve oksijen azlığına neden
olarak erişkin hayata da damga vuracak değişikliklere neden olduğunu gördük.
Influencer’lar E-Sigara Kullanımında En Büyük Etken
Prof.
Dr. Saniye Girit: Genç
erişkin çocuklarımızda akciğer sağlığı açısından son yıllarda tütün ürünlerinde
çok ciddi tehlike olduğunu biliyoruz. Ancak son zamanlarda normal paket sigara
dışında, e-sigara dediğimiz sıvı ve ısıtılmış nikotin ürünlerinin kullanımı
dünyada artmakta. Yaklaşık 10 yıl önce yapılan çalışmalarda, 14-18 yaş arasında
paket sigara kullanımı erkeklerde yüzde 10 kız çocuklarında yüzde 5 idi. Ancak
bu oranın çok daha fazla arttığını düşünüyoruz. Biz çalışmamızı bir anket çalışması
olarak 500 ergen üzerinde yaptık ve bu duruma iten kişisel ve sosyal faktörleri
araştırdık. 500 çocuğun evlerinin yüzde 67’sinde en az 1 aile bireyinin paket
sigara kullandığını öğrendik. Bu çocukların da yüzde 20’si paket sigara
kullanıyordu veya bir dönem kullanmıştı. Bunun nedenlerini sorduğumuzda büyük
bir kısmı elektronik sigaradaki aromaların çok cazip olduğunu ve bu nedenle
heves ettiklerini söylüyordu. Etkilendikleri iki faktör vardı: Arkadaş ortamı
ve sosyal medya. Özellikle de sosyal medyadaki ‘influencer’lar. Üstelik bu
çocukların yüzde 80’e yakını e-sigaranın zararları hakkında bilgi sahibi
değildi ve tütün ile ilgili yanlış bilgilere sahiplerdi örneğin; çok daha az
zararlı olduğunu ve sigara bırakmak için bir yöntem olabileceğini söylüyorlardı.
Dolayısıyla bu konuda sosyal medyada, Türkiye’de yasal olarak geçerli olmayan
e-sigaranın reklamları var. Dolayısıyla bu konuda önlem alınması gerekiyor.
Kot Taşlama Bitti Ancak Silikozis Başka Mesleklerde Devam Ediyor
Dr.
Abdülsamet Sandal: Akciğerlerde
toz birikmesi hastalığı olarak da bilinen silikozis hala dünya genelinde önemli
bir sorun. Eskiden beri bilinen madencilik, kot kumlama, döküm gibi örnekler
dışında endüstrinin gelişmesiyle yeni kullanılan materyallere bağlı olarak yeni
etkilenmeler çıkıyor. Kristalin, silikanın ince toz haline getirilip
kimyasallarla birleştirilen yapay taşların mutfak tezgahları, banyo
malzemeleri, vitrifiye gibi uygulamalarda sıklıkla görmekteyiz. Bunların
şekillendirilmesi ve kullanılması esnasında yoğun toz maruziyeti ortaya
çıkmakta. Bu sektörde çalışanlarda silikozis hastalığını sıklıkla görmeye başlamaktayız.
Bu şu anda gelişmiş ülkelerin de bir sorunu. Avustralya, ABD, İspanya’da böyle
olgular bildirilmeye başlandı. Ülkemizde de bin 300’ü aşan bir olgu sayısı
içeren ülke genelinde silikozis olgularını içeren bir bildiri de sunuldu.
2004 Yılında İlk Silikoz Vakalarını Tespit Ettik
Prof.
Dr. Metin Akgün: 2004
yılında biz ilk kez kot kumlama alanında silikoz vakaları tespit ettik ve
2005’te kongreye geldik. ‘Şu anda 2 vakamız var ama gelecekte çok olacağını
bilmiyoruz’ dedik. Ve öyle oldu. Şimdi dünyada önemli bir problem var: Yapay
taş imalatında silikoz. İlk kez 2012 yılında İsrail’de tespit edildi ve daha
sonra sırasıyla İtalya, İspanya, ABD, Belçika ve en son İngiltere’de
bildirildi. İnanılmaz boyutta silikoz hastaları var ve hızlı ölümle sonuçlanıyor.
Biz acaba ülkemizde var mı derken maalesef tespit ettik. 2005’te yaptığımız
uyarıyı burada yinelemek istiyoruz. Gelecekte ne ile karşılaşacağımızı
bilmiyoruz. Çok ciddi bir sorun. Avustralya Hükümeti bu konuda insiyatif alan
ilk ülke oldu ve 2024 yılında bu işlemi yasakladı. Bu sene de yapay taş ile
imal edilen hiçbir ürün kullanmama kararı aldı. Biz kot kumlamacılığı ile
mücadeleye 2004 yılında başladık, Sağlık Bakanlığı 2009’da yasaklamıştı. Biz
yapay taşın yasaklanmasını istiyoruz
Silikozis Yapay Taş Kullanan Mesleklerde Başladı
Doç.Dr.
Özlem Kar Kurt: Yapay
taş için salgın ifadesi kullanılıyor. Yapay taş farklı bir boyutta. Kot kumlama
sadece fakir ülkelerde yapılan bir işti. Ancak şimdi ABD, Avustralya gibi
gelişmiş ülkeler de yapay taşı kullanıyor. Bizim hastalarımız aslında ‘Mermer
ustasıyım’ diyor ancak detaylı sorduğunzda 15 yıldır yapay taş kullandığını ve
yüzde 90 silika içerdiğini öğrendik. Bu her bir üretimde akciğerlere
yerleştiğinde silikozis oluyor. Biz de 23 hastayı İstanbul Tıp Fakültesi ve
Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi olarak toparladık. Biraz heterojen bir
gruptu. Silikozis tanısı verdiklerimiz de oldu. Zaman içinde tanı alan
hastalarımız da oldu. İlerleyen zamanlarda böyle bir salgın ile karşı karşıya
kalabiliriz ancak bu konuda bir farkındalığa ihtiyacımız var.
Pulmoner Rehabilitasyon
Prof.
Dr. İpek Özmen: 2008-2016
SGK verilerine göre, 2016 yılında 3 milyon 434 bin 262 KOAH tanılı hastadan
sadece 17 bin 707 (yüzde 0,51) hasta pulmoner rehabilitasyon programına
katılmış. 2017 yılında Türkiye’de yapılan bir çalışmada,143 hastanın (yüzde 74
KOAH – diğer tanılar: astım, bronşektazi, kifoskolyoz, İAH) yüzde 22.3’ünün
tamamlamadığı ve alevlenmeler dahil tüm tıbbi durumlar dışında en sık nedenin;
PR programının etkinliğini ve içeriğini kavrayamama olduğu görülmüştür. Aynı
merkezden başka bir çalışmada tele-PR tamamlama oranı yüzde 83 olarak
bulunmuştur.
OECD Ülkelerinde En Fazla Hastaneye Yatış Türkiye’de
Doç.
Dr. Osman Elbek: “Osman
Elbek: Astım ve KOAH hastalarının en kontrolsüz olduğu ülke, OECD ülkeleri
arasında Türkiye. Türkiye’nin yetişmiş çok iyi bir hekim gücü var, iyi ilaçları
var. Peki, neden kontrol altına alamıyoruz? OECD ülkeleri arasında en fazla
hastaneye yatması gereken KOAH hastası Türkiye’de. Demek ki sağlık sisteminde
bir problemimiz var. Bunun için 23 bin kişinin verisini analiz ettik. Veri
kaynağımız da Türkiye İstatistik Kurumu’nun sağlık anketinin mikro sonuçları.
İlk bulgumuz şudur, astım ve KOAH hastaları aynı yaş grubunda diğer kronik
hastalığı olan hastalara göre hem birinci basamağa, hem hastanelere daha fazla
başvurmakta ve daha fazla ilaç kullanmaktalar. Bu da ne kadar kontrolsüz
olduğumuzu gösteriyor. Peki, sağlık hizmetlerine ulaşrıken nasıl
engellerle karşılaşıyorlar. İki astım veya KOAH hastasından biri randevu sorunu
nedeniyle hastaneye başvuramıyor. İkincisi ise ödeme güçlüğü nedeniyle, sosyal
güvenlik kurumu geri ödeme kapsamında olsalar dahi katkı payı alındığı için
sağlık hizmetlerine başvuramıyorlar. Bu oran astım hastalarında yüzde 16, KOAH hastalarında
yüzde 17 oranında. Üçüncü sorun katkı payı ödedikleri için astım hastalarının
yüzde 12’si, KOAH hastalarının yüzde 13’ü ilacına ulaşamıyor. Astımlı
hastalarda kadın olmak büyük bir dezavantaj. Randevuya ulaşmak açısından büyük
bir dezavantaj. Bu nedenle kadını öne çıkaran bir astım politikasına ihtiyaç
var. İkincisi de hem astım hem KOAH olan hastalarda kadın ve erkekler
hastanelere başvurdukları ve ilaç için fark ödedikleri zaman astım ve KOAH
kontrol altına alınamıyor. Özetle verilerimiz Türkiye’de iki büyük soruna
işaret ediyor. Birincisi kadını adeta düşman kabul eden bir iklimde kadını
korumaya, tedavi etmeye yönelik politikalar geliştirmemiz lazım ikincisi de
cepten ödeme akciğer sağlığına zararlıdır diyoruz”
Sigara Kullanımı Artıyor
Dr.
Pelin Duru Çetinkaya: Ülkemizde
2012 yılında 15 ya üzeri sigara kullanım oranı yüzde 27 iken ne yazık ki 2024
yılına geldiğimizde bu oran yüzde 31’e yükselmiş. Ancak sadece sigara değil
endüstrinin değişen yüzü olan elektronik sigara, ısıtılmış tütün ürünleri,
elektronik nargile gibi tütün ürünleri de artmıştır. Ülkemizde düz paket
uygulamasına geçilemediği gibi kapalı alanlarda sigara yasaklarına uyulmadığı,
endüstri müdahalelerine engel olunamadığı ve ülkemizde satışı, reklamı yasak
olan ürünlerin kullanımının yasak olduğu döneme girilmiştir. Üçüncü el
maruziyetin de sağlık sorunları bilinir duruma gelmiştir. Ayrıca sigara bırakma
tedavilerinde de değişiklikler olmuştur. Tüm bu nedenlerden dolayı Türk TORAKS
Derneği olarak ‘Tütün Bağımlığı Uzlaşı’ raporu güncellenmitşir
Haritalar Uygulamasından Bile Elektronik Sigara Satılıyor
Prof.
Dr. Elif Dağlı:
Elektronik
sigara dışında satış noktalarına baktığımızda görüyoruz ki satış noktaları her
sene daha kötü hale geliyor. Ne kadar kanunsuz madde varsa satışa sunuluyor ve
çocukların göreceği mesafede oluyor. Yasal olarak çocukların göz hizası altında
böyle ürün satılması yasak ancak bunlar çoktan geçildi. Artık bütün satış
noktaları çocuk göz gizasına aldı ürünlerini. Bu ürünler çok çeşitli ve yasak
olan birçok ürün satılıyor. Olmaması gereken ürünler ve hatta içinde esrar olma
ihtimali olan ürünler de birlikte satılıyor. Bunun dışında başka satış noktalar
var mı, hangi noktalarda satış olabilir diye baktığımızda internet sitelerinde
2017’de 76 internet sitesi elektronik sigara pazarlıyordu. Bu sayı 2.85 kat
artarak bu sene 217’ye çıktı. Bu noktaların içerisinde likitler satılıyor,
ısıtılmış tütün ürünleri satılıyor ve elektronik sigaraların likit ürünleri
satılıyor, en fazla da puff barlar satılıyor. Puff barlar en fazla niktoin
ürünleri içerenler. Bunların satıldığı 21 bin satış noktası bulduk. Onun
dışında, dikkatimizi çeken çok önemli bir şey oldu. Haritalar programı içinden
elektronik sigara satıldığnı gördük. 121 işletmenin haritalar üzerinde müşteri
yakaladığını yakaladık bunların 55’i, 24 saat satış yapıyor ve satışı
istediğiniz noktaya götürüyor. 36 site arabaya teslimat yapıyor. 39’unda da
sosyal medya hesapları olduğunu tespit ettik.
Yapay Zeka Tehlikeli Olabilir, Denetlenmeli
Doç.Dr.
Baran Balcan:Tele
sağlık hayatımızda var. Dünya Sağlık Örgüt 30 yıl önce rehberlerini yayınlamaya
başladı. Biz tele tıpçılar olarak bunu istiyoruz ama mevzuatı çıkarmak
yetmiyor. Bu hizmeti veren kuruluşların kanundaki mevzuata uygun davranıp
davranmadığı tespit edilmeli. Davranmayanların ise cezalandırılması gerekiyor.
Dijital dönüşüm hayatımızın her alanında. İnsan hayatını kolaylaştıracak ve
hastaya hizmeti daha kolay hale getirecek her türlü dijital teknolojiden
faydalanmak sağlık yararınadır. Hipokrat yemini “Önce zarar verme” der. Yapay
zekâ bunun bir parçası ve mutlaka yapay zekâ ile tele tıp bir araya gelecek.
Ancak yapay zeka, tele tıbba kıyasla daha fazla tehlike içermekte. Bu nedenle
yapay zekâ ile ilgili tüm platformların ciddi şekilde denetlenmesi
gerekmektedir. Şöyle bir örnek vereyim, Pubmed’den araştırınca yapay zekâ ile
iligli 50 bin üzerinde çalışma çıkıyor. Kaliteli dergilerde yayınlananlar ise 5
bin. Ancak ticarileşen ve sağlık sisteminde uygulamaya giren ise 50 civarında.
Yani klinik çalışmanın iyi olması yapay zekanın iyi olduğu anlamına gelmiyor.
Dolayısıyla dijital dönüşüm kaçınılmaz ama çok dikkatli olunması gerektiğini
söylemek isteriz.
Eşitsizlik ve Yoksulluk Akciğer Hastalarını Daha Çok Vuruyor
Doç.Dr.
Deniz Kızılırmak: Hastalıkları
biyomedikal yöntemlerle tedavi ediyoruz ama sağlığı biyomedikal yöntemlerle
iyileştiremiyoruz. Sağlığın sosyal boyutlarına değinmemiz gerek. Burada en
önemli nokta ise eşitsizlik ve yoksulluk. Yoksulluk özellikle ülkemizde giderek
artmakta ve bunun için en önemli parametrelerden biri toplumdaki en zengin
yüzde 20’lik kesimin gelirinin, en yoksul 20’sine oranı. Bu Avrupa ülkelerinde
yaklaşık 4 civarındayken, ülkemizde 8.4. Çok cidd şekilde her sene artmaya
devam ediyor. Akciğer sağlığı yoksulluktan, diğer hastalıklara göre çok daha
fazla etkileniyor. 26 merkezden 2 bin 196 astım ve KOAH hastasını inceledik.
KOAH hastalarının sağlık hizmetlerine ulaşımı astım hastalarına göre çok daha
uzun, daha düşük sosyo-ekonomik düzeye sahip bölgelerde yaşıyorlar, KOAH
hastalarının aylık hane gelirleri ve doğalgaz ile ısınma oranları çok daha
düşük. Evsel ve mesleki iritan maruziyetleri astım hastalarına göre çok daha
yüksek. Bunun dışında KOAH ilişkili bulgular en çok sosyo-ekonomik seviyesi
düşük bölgelerde ikamet edenlerde, kırsal kesimde ikamet edenlerde ve aylık
hane geliri düşük olanlarda, eğitim düzeyi düşük olanlarda. Astım kontrolünde
ise kırsal bölgelerde yaşayanlarda, aylık hane geliri açlık sınırı altında
yaşayanlarda ve odun ya da kömür sobası ile ısınanlarda astım kontrolü çok daha
kötü. Bölgeler arasında yaptığımız değerlendirmede ise hem KOAH hem de astım
kontrolünün en kötü olduğu bölge, Doğu ve Güneydoğu bölgeleri olarak saptadık.
Biyoterörizm İçin Hazırlıklı Olmak Gerekiyor
Prof.
Dr. Levent Kenar: Ben
28 yıldır kimyasal ve biyolojik silahlarda teknolojik afeti araştırıyorum.
Biyolojik silah olarak değerlendirilen Covid-19 ile başlayan Gazze ve
Rusya-Ukrayna savaşında kullanılan kimyasal ve biyolojik silahlar ile günümüzde
yer ettiğini ve önümüzdeki yıllarda da bunlarla daha çok karşılaşacağımızı
gösteriyor. Bu olaylara hazırlıklı olmak ve multidisipliner bir anlayışla hareket
etmek gerekir. Ülkemiz bir afet ve terör ülkesi. Hem afet hem terörün içinde
olduğu kimyasal ve kitle imha silahları ülkemizin kaçınılmaz kaderinden bir
tanesi. Buna yönelik hazırlıklarımız tabii ki var. Multidisipliner ve multi
organizasyonel bir anlayış ile hareket etmemiz lazım. Tabii burada en büyük
sorumluluk ve görev sağlık personeline düşüyor ve tıbbın içinde birçok branş
bunlara karşı sorumluluk sahibi. Kimyasal ve biyolojik silahların en önemli
etkileri solunum sistemi üzerinde gerçekleşiyor. Bunların en önemli hasarları
akciğer üzerinde. Bu nedenle göğüs hastalıkları uzmanlarının bu konuda
hazırlıklı olmasını düşünüyoruz.
Yapay Zeka Konuşma Sesinden Akciğer Kanseri Teşhis Etti
Dr.
Yusuf Kahya: Akciğer
kanseri büyük bir sorun olmaya devam ediyor ve kansere bağlı ölümler
sıralamasında dünyada birinci sıradaki yerini koruyor. Akciğer kanserindeki en
büyük sorun geç teşhis ediliyor olması. Literatürdeki çalışmaların büyük bir
kısmı akciğer kanserinin erken dönemde teşhis edilmesi yönünde. Bunun için pek
çok yöntem geliştiriliyor günümüzde. Bir yandan yapay zeka tıpta da çok sık
kullanılıyor ve en sık kullanıldığı alan da radyoloji alanı. Bizim Ankara
Üniversitesi ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nden araştırmacılarla yaptığımız
çalışmada günlük hayatımızdaki konuşma sesi analizi ile erken dönem akciğer
kanseri tanımaya yönelik bir yapay zeka programı geliştirdik. Bu programda
sağlıklı bireyler ve akciğer kanserli bireyler arasındaki farkı ortaya
koyabildik. Yüksek bir doğruluk oranı ile bu fark ortaya koyuldu. Ancak bu yeni
bir tanı yöntemi olması açısından ümit verici sonuçlar taşımakla birlikte şu
anda kullanılabilir bir düzeyde değil. Ancak geliştirilebilir.
Tüberküloz Tedavisi Kısalıyor
Prof.
Dr. Şeref Özkara: Öncelikle
kötü haber vermek isterim. Dünyadaki bu politik ortam ve savaşa yönelik tavır
HIV, sıtma ve tüberkülozdaki ciddi uluslararası desteği sınırladı. Çok ciddi
sorunlar doğuracak gibi duruyor. Özellikle bu üç hastalıkta dünya genelinde
uluslararası yardımlara bağlı olarak çalışan kontrol programları var. Bu işin
kötü yanı. İyi haber ise Türkiye’de sistem çok iyi. Bunun göstergelerinden biri
ise Dünyada salgın döneminde kayıtlı tüberküloz hastaları artarken Türkiye’de
düşüş oldu. İkincisi deprem bölgesinde yine çok kısa sürede hastalar ve koruyucu
tedavi alan kişiler bulunup ilaçları temsil edildi ve tedavileri sürdürüldü.
Üçüncüsü 2017 yılından beri imkanları olmayan, ekonomik sıkıntılı tüberküloz
hastalarına yardım yapıyoruz. Bu dünya genelinde tüberküloz hastaları
gelirlerinin yüzde 20’sini kaybediyor. Türkiye’de bu rakam yüzde 20’nin
altında. Tüberkülozda iyiyiz ancak dirençli tüberkülozda yeni ilaçlarımız var.
24 aylık tedaviyi 6 aya indiriyoruz. Bakanlık yeni rehber hazırlıkları için
karar aldı ve onay verdi. Koruyucu tedavilerde önemli gelişmeler var. 6-9 aylık
tedavi 1 aya düşüyor. Yeni deri testleri var ve sadece tüberküloza özgü olanı
var ve bu sanıyorum bakanlık tarafından ülkemize sağlanacak. Türkiye bu
bakımdan iyi yürüyor. (Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)